Osmanlı Çağı ve Sonrası
Osmanlı Çağı ve Sonrası
Lagerbestand:
auf Lager
- Strichcode: 9789756920022
€6,00
Arka Kapak
Bu kitapla amaçlanan şey kronolojik bir tarihe ya da mikro tarihsel analizlerin verilerine ulaşmaktan ziyade bir tarih perspektifi, analizi, tarihin anlaşılması ve yorumu çabasıdır. Tarih ise, gerek malzemenin çokluğu, karmaşıklığı, gerekse yaklaşım açılarının farklılıkları nedeniyle ister istemez asla noktalanamayacak; sürekli yeniden anlaşılması gereken ve yaşadığımız sürece de devam edip değiştiği için tüm analizleri sonuçsuz bırakan, tabiri caizse kaypak bir alandır. Tüm bunlara rağmen bu ülkede yaşayan her sorumlu aydın ve her sorumlu insanın içinde yaşadığı Osmanlı toplumu ve sonrasındaki altüst oluş hakkında bir perspektif geliştirmesi, Batı ve Doğu dünyası arasındaki karşıtlık ve ilişkilerin mahiyetini kavraması ve aydınlatması, sonuçta tarihin ve coğrafyanın bize biçtiği tikel bir yaşama alanının önümüze koyduğu ve insan olmamızın da âdeta bir gereği olan bir çabadır. Bunun ötesinde ise Fikret Başkaya nın Paradigma nın İflâsı nda zikrettiği gibi: "Arslanlar kendi tarihçilerine sahip olana kadar, avcılık öyküleri her zaman avcıyı yüceltecektir." (Afrika Atasözü)
Önsöz
Giriş
Batı sisteminin kıyısında, ağır bunalımların bedelini günlük hayatının her ânında ödeyen bir halkın, daha yakın bir geçmişte aynı Batı sistemine tepeden bakan devasa bir imparatorluğun bakiyeleri ya da mirasçıları olduğunu düşünmek, sorumluluk sahibi, düşünme yetisine sahip her şahsı bu acı gerçeklik üzerine kafa yormaya yöneltecektir. Ama ne yazık ki bu acı gerçekliği üreten temel nedenlerden biri de ülkemiz insanının düşünce ve analizlere yeterince bir önemlilik atfetmemesi, çözümü salt pratik olgularda ve bu olguların değiştirilmesi ya da üretilmesinde görmesidir. Ulaşılmaya çalışılan Batı uygarlığının dahi, yaklaşık iki yüz yıllık batılılaşma sürecine rağmen anlaşılmaması ve işte bu yüzden de bu uygarlığın rastlantısal ve kendi toplumumuzun gerçekliğiyle asla uzlaşamayacak yönlerinin dahi bir kurtuluş ideolojisi olarak ithal edilmesinin yarattığı şu kan uyuşmazlığının doğurduğu sorunlar içinde debelenmemiz ve bocalamamız dahi bunun en açık işaretlerinden biridir.
İşte bu yanlışlıklardan biri, yani harf devriminin yol açtığı ve kendi kültürümüzün dilinin artık yabancı bir dil ve dökümanlarının ise bir hurda yığını haline gelmesi nedeniyle, bu araştırma da,ister istemez ikincil kaynaklar alanında sınırlanmıştır. Elbet bu, tek neden değil. Zira Osmanlı İmparatorluğu ve oluşturduğu uygarlık tarzı ve alanının özgül nitelikleri öylesine devasa bir tarihsel cesametdedir ki, bu alan üstüne yapılacak her çalışma ,daha baştan kendisini sınırlandırmak mecburiyetindedir. Bu kitap da, bir yandan bir akademisyen olmamam, öte yandan ise tarihe yaklaşım farklılığım, yani tarihi mikro verilerin kronolojik bir sıralamasından öte bir anlamlar, değerler ve insanoğlunun kendisini bir gerçekleştirme ve özgürleştirme alanı olarak görmem ;ayrıca bu çalışmanın-önemli ölçüde yukarıda zikredilen sebepler yüzünden-, klasik bir tarih kitabı olmayı amaçlamaması nedenleriyle, daha baştan kendisini ortaya koyduğu amaçlarla sınırlandırmıştır. Öte yandan, birincil kaynaklardaki birçok temel bilimsel verinin de zaten ikincil kaynaklarda zikredilmesi ve konu üstüne yazılmış olan ikincil kaynakların, yorum ve analizlerin dahi külliyatlı miktarı, daha işin başında böylesi bir sınırlanmayı zorunlu kılmaktadır. Elbet bunun da ötesinde dil problemi, yani Osmanlı dökümanlarının henüz hurda bir kâğıt yığını olmaktan kurtarılamaması ve bu kaynaklar üzerindeki bir araştırmayı zaten Osmanlı mirasını reddeden resmi anlayışın imkânsızlaştırması, bu sınırlanmanın diğer gerekçeleridir.
Zaten benim yapmayı amaçladığım şey kronolojik bir tarihsel döküme ya da mikro tarihsel analizlerin verilerine ulaşmaktan ziyade, bir tarih perspektifi, analizi, tarihin anlaşılması ve yorumu çabasıdır. Tarih ise, gerek malzemenin çokluğu, karmaşıklığı, gerekse yaklaşım açılarının farklılıkları nedeniyle ister istemez asla noktalanamayacak, sürekli yeniden anlaşılması gereken ve yaşadığımız sürece de devam edip değiştiği için tüm analizleri sonuçsuz bırakan,tabiri caizse kaypak bir alandır. Tüm bunlara rağmen bu ülkede yaşayan her sorumlu aydın ve her sorumlu insanın içinde yaşadığımız Osmanlı toplumu ve sonrasındaki altüst oluş hakkında bir perspektif geliştirmesi, batı ve doğu dünyası arasındaki karşıtlık ve ilişkilerin mahiyetini kavraması ve aydınlatması, sonuçta tarihin ve coğrafyanın bize biçtiği tikel bir yaşama alanının önümüze koyduğu ve insan olmamızın da âdeta bir gereği olan bir çabadır. Bunun ötesinde ise Fikret Başkaya nın zikrettiği gibi: "Arslanlar kendi tarihçilerine sahip olana kadar, avcılık öyküleri her zaman avcıyı yüceltecektir. (Afrika Atasözü-Paradigmanın İflası)
Bu sözün içerdiği gerçeği ise, bu kitabın kaynakçasına üstünkörü bir bakış bile hemen kavrayacaktır. Zira batı sistemi Osmanlı nın bakiyelerini bir bende haline getirdiği gibi, ona biçilen rol kadar, bu rolü işlevsel hale getirecek bir tarihi de, bir bilim(!) olarak kendisine dayatmıştır. Bu kitap ise ,bu tarihin hakikatını bütünüyle kavramak ve bu dayatmayı hiçe çıkarmak denli büyük bir iddiaya sahip değildir. Yalnızca bir çaba, bir katkı ve belki de bir başlangıç olmak, karanlıkta bir mum yakabilmiş olmak, kitabın tek övüncü olacaktır.
Kitap içinde, önemli alıntılar yanında bilgiler için de kaynak gösterilirken, özgün nitelikte olan yorumlar da kaynak gösterilerek alıntılanmıştır. Ama sonuçta kendime ait ya da artık anonimleşmiş kimi yorum ve yaklaşımların, salt daha öne yazılan bir eserde zikredilmesi,buna bir özgünlük payesi atfedilerek kaynak olarak göstermemi zorunlu kılmadığı gibi, yine birçok yorum da hem yazarına duyduğum saygı, hem de kendi yaklaşımlarımı güçlendirmek için, aynı yaklaşım ve çözümlemeleri ben de yaptığım ya da yapabileceğim halde zikredilmiş, atıfta bulunulmuş ya da alıntılanmıştır. Beri yandan artık yaygın hale gelmiş birçok bilgi, yorum ve çözümlemeler için de herhangi bir kaynak gösterme gereği hissedilmemiştir.
Yine kitabın sonuna, kitabın içeriğinde yeterince üstünde durulmayan kronoloji meselesindeki merakları tatmin etmek için bazı farklı tarihsel kronolojiler, haritalar ve ekler konmuştur. Her ne kadar mümkün olduğunca objektif olmaya çalışılmışsa da sonuçta bu çalışma ne akademik bir eser, ne de tarafsız olan(!) ya da olmayı iddia eden bir bakış açısının ürünüdür. Zaten tarihte böylesi bir objektif tarafsızlığın mümkün oluşu iddiası da pozitivistik ve yazarın katılmadığı bir anlayıştır. Ama bu kitap kör ve yanlı bir ideolojik tutumun da ürünü değildir. Sadece tarihin belli bir okuma ve yorum biçimidir. Kusursuz olan ise yalnızca Allah tır.
Bu kitapla amaçlanan şey kronolojik bir tarihe ya da mikro tarihsel analizlerin verilerine ulaşmaktan ziyade bir tarih perspektifi, analizi, tarihin anlaşılması ve yorumu çabasıdır. Tarih ise, gerek malzemenin çokluğu, karmaşıklığı, gerekse yaklaşım açılarının farklılıkları nedeniyle ister istemez asla noktalanamayacak; sürekli yeniden anlaşılması gereken ve yaşadığımız sürece de devam edip değiştiği için tüm analizleri sonuçsuz bırakan, tabiri caizse kaypak bir alandır. Tüm bunlara rağmen bu ülkede yaşayan her sorumlu aydın ve her sorumlu insanın içinde yaşadığı Osmanlı toplumu ve sonrasındaki altüst oluş hakkında bir perspektif geliştirmesi, Batı ve Doğu dünyası arasındaki karşıtlık ve ilişkilerin mahiyetini kavraması ve aydınlatması, sonuçta tarihin ve coğrafyanın bize biçtiği tikel bir yaşama alanının önümüze koyduğu ve insan olmamızın da âdeta bir gereği olan bir çabadır. Bunun ötesinde ise Fikret Başkaya nın Paradigma nın İflâsı nda zikrettiği gibi: "Arslanlar kendi tarihçilerine sahip olana kadar, avcılık öyküleri her zaman avcıyı yüceltecektir." (Afrika Atasözü)
Önsöz
Giriş
Batı sisteminin kıyısında, ağır bunalımların bedelini günlük hayatının her ânında ödeyen bir halkın, daha yakın bir geçmişte aynı Batı sistemine tepeden bakan devasa bir imparatorluğun bakiyeleri ya da mirasçıları olduğunu düşünmek, sorumluluk sahibi, düşünme yetisine sahip her şahsı bu acı gerçeklik üzerine kafa yormaya yöneltecektir. Ama ne yazık ki bu acı gerçekliği üreten temel nedenlerden biri de ülkemiz insanının düşünce ve analizlere yeterince bir önemlilik atfetmemesi, çözümü salt pratik olgularda ve bu olguların değiştirilmesi ya da üretilmesinde görmesidir. Ulaşılmaya çalışılan Batı uygarlığının dahi, yaklaşık iki yüz yıllık batılılaşma sürecine rağmen anlaşılmaması ve işte bu yüzden de bu uygarlığın rastlantısal ve kendi toplumumuzun gerçekliğiyle asla uzlaşamayacak yönlerinin dahi bir kurtuluş ideolojisi olarak ithal edilmesinin yarattığı şu kan uyuşmazlığının doğurduğu sorunlar içinde debelenmemiz ve bocalamamız dahi bunun en açık işaretlerinden biridir.
İşte bu yanlışlıklardan biri, yani harf devriminin yol açtığı ve kendi kültürümüzün dilinin artık yabancı bir dil ve dökümanlarının ise bir hurda yığını haline gelmesi nedeniyle, bu araştırma da,ister istemez ikincil kaynaklar alanında sınırlanmıştır. Elbet bu, tek neden değil. Zira Osmanlı İmparatorluğu ve oluşturduğu uygarlık tarzı ve alanının özgül nitelikleri öylesine devasa bir tarihsel cesametdedir ki, bu alan üstüne yapılacak her çalışma ,daha baştan kendisini sınırlandırmak mecburiyetindedir. Bu kitap da, bir yandan bir akademisyen olmamam, öte yandan ise tarihe yaklaşım farklılığım, yani tarihi mikro verilerin kronolojik bir sıralamasından öte bir anlamlar, değerler ve insanoğlunun kendisini bir gerçekleştirme ve özgürleştirme alanı olarak görmem ;ayrıca bu çalışmanın-önemli ölçüde yukarıda zikredilen sebepler yüzünden-, klasik bir tarih kitabı olmayı amaçlamaması nedenleriyle, daha baştan kendisini ortaya koyduğu amaçlarla sınırlandırmıştır. Öte yandan, birincil kaynaklardaki birçok temel bilimsel verinin de zaten ikincil kaynaklarda zikredilmesi ve konu üstüne yazılmış olan ikincil kaynakların, yorum ve analizlerin dahi külliyatlı miktarı, daha işin başında böylesi bir sınırlanmayı zorunlu kılmaktadır. Elbet bunun da ötesinde dil problemi, yani Osmanlı dökümanlarının henüz hurda bir kâğıt yığını olmaktan kurtarılamaması ve bu kaynaklar üzerindeki bir araştırmayı zaten Osmanlı mirasını reddeden resmi anlayışın imkânsızlaştırması, bu sınırlanmanın diğer gerekçeleridir.
Zaten benim yapmayı amaçladığım şey kronolojik bir tarihsel döküme ya da mikro tarihsel analizlerin verilerine ulaşmaktan ziyade, bir tarih perspektifi, analizi, tarihin anlaşılması ve yorumu çabasıdır. Tarih ise, gerek malzemenin çokluğu, karmaşıklığı, gerekse yaklaşım açılarının farklılıkları nedeniyle ister istemez asla noktalanamayacak, sürekli yeniden anlaşılması gereken ve yaşadığımız sürece de devam edip değiştiği için tüm analizleri sonuçsuz bırakan,tabiri caizse kaypak bir alandır. Tüm bunlara rağmen bu ülkede yaşayan her sorumlu aydın ve her sorumlu insanın içinde yaşadığımız Osmanlı toplumu ve sonrasındaki altüst oluş hakkında bir perspektif geliştirmesi, batı ve doğu dünyası arasındaki karşıtlık ve ilişkilerin mahiyetini kavraması ve aydınlatması, sonuçta tarihin ve coğrafyanın bize biçtiği tikel bir yaşama alanının önümüze koyduğu ve insan olmamızın da âdeta bir gereği olan bir çabadır. Bunun ötesinde ise Fikret Başkaya nın zikrettiği gibi: "Arslanlar kendi tarihçilerine sahip olana kadar, avcılık öyküleri her zaman avcıyı yüceltecektir. (Afrika Atasözü-Paradigmanın İflası)
Bu sözün içerdiği gerçeği ise, bu kitabın kaynakçasına üstünkörü bir bakış bile hemen kavrayacaktır. Zira batı sistemi Osmanlı nın bakiyelerini bir bende haline getirdiği gibi, ona biçilen rol kadar, bu rolü işlevsel hale getirecek bir tarihi de, bir bilim(!) olarak kendisine dayatmıştır. Bu kitap ise ,bu tarihin hakikatını bütünüyle kavramak ve bu dayatmayı hiçe çıkarmak denli büyük bir iddiaya sahip değildir. Yalnızca bir çaba, bir katkı ve belki de bir başlangıç olmak, karanlıkta bir mum yakabilmiş olmak, kitabın tek övüncü olacaktır.
Kitap içinde, önemli alıntılar yanında bilgiler için de kaynak gösterilirken, özgün nitelikte olan yorumlar da kaynak gösterilerek alıntılanmıştır. Ama sonuçta kendime ait ya da artık anonimleşmiş kimi yorum ve yaklaşımların, salt daha öne yazılan bir eserde zikredilmesi,buna bir özgünlük payesi atfedilerek kaynak olarak göstermemi zorunlu kılmadığı gibi, yine birçok yorum da hem yazarına duyduğum saygı, hem de kendi yaklaşımlarımı güçlendirmek için, aynı yaklaşım ve çözümlemeleri ben de yaptığım ya da yapabileceğim halde zikredilmiş, atıfta bulunulmuş ya da alıntılanmıştır. Beri yandan artık yaygın hale gelmiş birçok bilgi, yorum ve çözümlemeler için de herhangi bir kaynak gösterme gereği hissedilmemiştir.
Yine kitabın sonuna, kitabın içeriğinde yeterince üstünde durulmayan kronoloji meselesindeki merakları tatmin etmek için bazı farklı tarihsel kronolojiler, haritalar ve ekler konmuştur. Her ne kadar mümkün olduğunca objektif olmaya çalışılmışsa da sonuçta bu çalışma ne akademik bir eser, ne de tarafsız olan(!) ya da olmayı iddia eden bir bakış açısının ürünüdür. Zaten tarihte böylesi bir objektif tarafsızlığın mümkün oluşu iddiası da pozitivistik ve yazarın katılmadığı bir anlayıştır. Ama bu kitap kör ve yanlı bir ideolojik tutumun da ürünü değildir. Sadece tarihin belli bir okuma ve yorum biçimidir. Kusursuz olan ise yalnızca Allah tır.
Arka Kapak
Bu kitapla amaçlanan şey kronolojik bir tarihe ya da mikro tarihsel analizlerin verilerine ulaşmaktan ziyade bir tarih perspektifi, analizi, tarihin anlaşılması ve yorumu çabasıdır. Tarih ise, gerek malzemenin çokluğu, karmaşıklığı, gerekse yaklaşım açılarının farklılıkları nedeniyle ister istemez asla noktalanamayacak; sürekli yeniden anlaşılması gereken ve yaşadığımız sürece de devam edip değiştiği için tüm analizleri sonuçsuz bırakan, tabiri caizse kaypak bir alandır. Tüm bunlara rağmen bu ülkede yaşayan her sorumlu aydın ve her sorumlu insanın içinde yaşadığı Osmanlı toplumu ve sonrasındaki altüst oluş hakkında bir perspektif geliştirmesi, Batı ve Doğu dünyası arasındaki karşıtlık ve ilişkilerin mahiyetini kavraması ve aydınlatması, sonuçta tarihin ve coğrafyanın bize biçtiği tikel bir yaşama alanının önümüze koyduğu ve insan olmamızın da âdeta bir gereği olan bir çabadır. Bunun ötesinde ise Fikret Başkaya nın Paradigma nın İflâsı nda zikrettiği gibi: "Arslanlar kendi tarihçilerine sahip olana kadar, avcılık öyküleri her zaman avcıyı yüceltecektir." (Afrika Atasözü)
Önsöz
Giriş
Batı sisteminin kıyısında, ağır bunalımların bedelini günlük hayatının her ânında ödeyen bir halkın, daha yakın bir geçmişte aynı Batı sistemine tepeden bakan devasa bir imparatorluğun bakiyeleri ya da mirasçıları olduğunu düşünmek, sorumluluk sahibi, düşünme yetisine sahip her şahsı bu acı gerçeklik üzerine kafa yormaya yöneltecektir. Ama ne yazık ki bu acı gerçekliği üreten temel nedenlerden biri de ülkemiz insanının düşünce ve analizlere yeterince bir önemlilik atfetmemesi, çözümü salt pratik olgularda ve bu olguların değiştirilmesi ya da üretilmesinde görmesidir. Ulaşılmaya çalışılan Batı uygarlığının dahi, yaklaşık iki yüz yıllık batılılaşma sürecine rağmen anlaşılmaması ve işte bu yüzden de bu uygarlığın rastlantısal ve kendi toplumumuzun gerçekliğiyle asla uzlaşamayacak yönlerinin dahi bir kurtuluş ideolojisi olarak ithal edilmesinin yarattığı şu kan uyuşmazlığının doğurduğu sorunlar içinde debelenmemiz ve bocalamamız dahi bunun en açık işaretlerinden biridir.
İşte bu yanlışlıklardan biri, yani harf devriminin yol açtığı ve kendi kültürümüzün dilinin artık yabancı bir dil ve dökümanlarının ise bir hurda yığını haline gelmesi nedeniyle, bu araştırma da,ister istemez ikincil kaynaklar alanında sınırlanmıştır. Elbet bu, tek neden değil. Zira Osmanlı İmparatorluğu ve oluşturduğu uygarlık tarzı ve alanının özgül nitelikleri öylesine devasa bir tarihsel cesametdedir ki, bu alan üstüne yapılacak her çalışma ,daha baştan kendisini sınırlandırmak mecburiyetindedir. Bu kitap da, bir yandan bir akademisyen olmamam, öte yandan ise tarihe yaklaşım farklılığım, yani tarihi mikro verilerin kronolojik bir sıralamasından öte bir anlamlar, değerler ve insanoğlunun kendisini bir gerçekleştirme ve özgürleştirme alanı olarak görmem ;ayrıca bu çalışmanın-önemli ölçüde yukarıda zikredilen sebepler yüzünden-, klasik bir tarih kitabı olmayı amaçlamaması nedenleriyle, daha baştan kendisini ortaya koyduğu amaçlarla sınırlandırmıştır. Öte yandan, birincil kaynaklardaki birçok temel bilimsel verinin de zaten ikincil kaynaklarda zikredilmesi ve konu üstüne yazılmış olan ikincil kaynakların, yorum ve analizlerin dahi külliyatlı miktarı, daha işin başında böylesi bir sınırlanmayı zorunlu kılmaktadır. Elbet bunun da ötesinde dil problemi, yani Osmanlı dökümanlarının henüz hurda bir kâğıt yığını olmaktan kurtarılamaması ve bu kaynaklar üzerindeki bir araştırmayı zaten Osmanlı mirasını reddeden resmi anlayışın imkânsızlaştırması, bu sınırlanmanın diğer gerekçeleridir.
Zaten benim yapmayı amaçladığım şey kronolojik bir tarihsel döküme ya da mikro tarihsel analizlerin verilerine ulaşmaktan ziyade, bir tarih perspektifi, analizi, tarihin anlaşılması ve yorumu çabasıdır. Tarih ise, gerek malzemenin çokluğu, karmaşıklığı, gerekse yaklaşım açılarının farklılıkları nedeniyle ister istemez asla noktalanamayacak, sürekli yeniden anlaşılması gereken ve yaşadığımız sürece de devam edip değiştiği için tüm analizleri sonuçsuz bırakan,tabiri caizse kaypak bir alandır. Tüm bunlara rağmen bu ülkede yaşayan her sorumlu aydın ve her sorumlu insanın içinde yaşadığımız Osmanlı toplumu ve sonrasındaki altüst oluş hakkında bir perspektif geliştirmesi, batı ve doğu dünyası arasındaki karşıtlık ve ilişkilerin mahiyetini kavraması ve aydınlatması, sonuçta tarihin ve coğrafyanın bize biçtiği tikel bir yaşama alanının önümüze koyduğu ve insan olmamızın da âdeta bir gereği olan bir çabadır. Bunun ötesinde ise Fikret Başkaya nın zikrettiği gibi: "Arslanlar kendi tarihçilerine sahip olana kadar, avcılık öyküleri her zaman avcıyı yüceltecektir. (Afrika Atasözü-Paradigmanın İflası)
Bu sözün içerdiği gerçeği ise, bu kitabın kaynakçasına üstünkörü bir bakış bile hemen kavrayacaktır. Zira batı sistemi Osmanlı nın bakiyelerini bir bende haline getirdiği gibi, ona biçilen rol kadar, bu rolü işlevsel hale getirecek bir tarihi de, bir bilim(!) olarak kendisine dayatmıştır. Bu kitap ise ,bu tarihin hakikatını bütünüyle kavramak ve bu dayatmayı hiçe çıkarmak denli büyük bir iddiaya sahip değildir. Yalnızca bir çaba, bir katkı ve belki de bir başlangıç olmak, karanlıkta bir mum yakabilmiş olmak, kitabın tek övüncü olacaktır.
Kitap içinde, önemli alıntılar yanında bilgiler için de kaynak gösterilirken, özgün nitelikte olan yorumlar da kaynak gösterilerek alıntılanmıştır. Ama sonuçta kendime ait ya da artık anonimleşmiş kimi yorum ve yaklaşımların, salt daha öne yazılan bir eserde zikredilmesi,buna bir özgünlük payesi atfedilerek kaynak olarak göstermemi zorunlu kılmadığı gibi, yine birçok yorum da hem yazarına duyduğum saygı, hem de kendi yaklaşımlarımı güçlendirmek için, aynı yaklaşım ve çözümlemeleri ben de yaptığım ya da yapabileceğim halde zikredilmiş, atıfta bulunulmuş ya da alıntılanmıştır. Beri yandan artık yaygın hale gelmiş birçok bilgi, yorum ve çözümlemeler için de herhangi bir kaynak gösterme gereği hissedilmemiştir.
Yine kitabın sonuna, kitabın içeriğinde yeterince üstünde durulmayan kronoloji meselesindeki merakları tatmin etmek için bazı farklı tarihsel kronolojiler, haritalar ve ekler konmuştur. Her ne kadar mümkün olduğunca objektif olmaya çalışılmışsa da sonuçta bu çalışma ne akademik bir eser, ne de tarafsız olan(!) ya da olmayı iddia eden bir bakış açısının ürünüdür. Zaten tarihte böylesi bir objektif tarafsızlığın mümkün oluşu iddiası da pozitivistik ve yazarın katılmadığı bir anlayıştır. Ama bu kitap kör ve yanlı bir ideolojik tutumun da ürünü değildir. Sadece tarihin belli bir okuma ve yorum biçimidir. Kusursuz olan ise yalnızca Allah tır.
Bu kitapla amaçlanan şey kronolojik bir tarihe ya da mikro tarihsel analizlerin verilerine ulaşmaktan ziyade bir tarih perspektifi, analizi, tarihin anlaşılması ve yorumu çabasıdır. Tarih ise, gerek malzemenin çokluğu, karmaşıklığı, gerekse yaklaşım açılarının farklılıkları nedeniyle ister istemez asla noktalanamayacak; sürekli yeniden anlaşılması gereken ve yaşadığımız sürece de devam edip değiştiği için tüm analizleri sonuçsuz bırakan, tabiri caizse kaypak bir alandır. Tüm bunlara rağmen bu ülkede yaşayan her sorumlu aydın ve her sorumlu insanın içinde yaşadığı Osmanlı toplumu ve sonrasındaki altüst oluş hakkında bir perspektif geliştirmesi, Batı ve Doğu dünyası arasındaki karşıtlık ve ilişkilerin mahiyetini kavraması ve aydınlatması, sonuçta tarihin ve coğrafyanın bize biçtiği tikel bir yaşama alanının önümüze koyduğu ve insan olmamızın da âdeta bir gereği olan bir çabadır. Bunun ötesinde ise Fikret Başkaya nın Paradigma nın İflâsı nda zikrettiği gibi: "Arslanlar kendi tarihçilerine sahip olana kadar, avcılık öyküleri her zaman avcıyı yüceltecektir." (Afrika Atasözü)
Önsöz
Giriş
Batı sisteminin kıyısında, ağır bunalımların bedelini günlük hayatının her ânında ödeyen bir halkın, daha yakın bir geçmişte aynı Batı sistemine tepeden bakan devasa bir imparatorluğun bakiyeleri ya da mirasçıları olduğunu düşünmek, sorumluluk sahibi, düşünme yetisine sahip her şahsı bu acı gerçeklik üzerine kafa yormaya yöneltecektir. Ama ne yazık ki bu acı gerçekliği üreten temel nedenlerden biri de ülkemiz insanının düşünce ve analizlere yeterince bir önemlilik atfetmemesi, çözümü salt pratik olgularda ve bu olguların değiştirilmesi ya da üretilmesinde görmesidir. Ulaşılmaya çalışılan Batı uygarlığının dahi, yaklaşık iki yüz yıllık batılılaşma sürecine rağmen anlaşılmaması ve işte bu yüzden de bu uygarlığın rastlantısal ve kendi toplumumuzun gerçekliğiyle asla uzlaşamayacak yönlerinin dahi bir kurtuluş ideolojisi olarak ithal edilmesinin yarattığı şu kan uyuşmazlığının doğurduğu sorunlar içinde debelenmemiz ve bocalamamız dahi bunun en açık işaretlerinden biridir.
İşte bu yanlışlıklardan biri, yani harf devriminin yol açtığı ve kendi kültürümüzün dilinin artık yabancı bir dil ve dökümanlarının ise bir hurda yığını haline gelmesi nedeniyle, bu araştırma da,ister istemez ikincil kaynaklar alanında sınırlanmıştır. Elbet bu, tek neden değil. Zira Osmanlı İmparatorluğu ve oluşturduğu uygarlık tarzı ve alanının özgül nitelikleri öylesine devasa bir tarihsel cesametdedir ki, bu alan üstüne yapılacak her çalışma ,daha baştan kendisini sınırlandırmak mecburiyetindedir. Bu kitap da, bir yandan bir akademisyen olmamam, öte yandan ise tarihe yaklaşım farklılığım, yani tarihi mikro verilerin kronolojik bir sıralamasından öte bir anlamlar, değerler ve insanoğlunun kendisini bir gerçekleştirme ve özgürleştirme alanı olarak görmem ;ayrıca bu çalışmanın-önemli ölçüde yukarıda zikredilen sebepler yüzünden-, klasik bir tarih kitabı olmayı amaçlamaması nedenleriyle, daha baştan kendisini ortaya koyduğu amaçlarla sınırlandırmıştır. Öte yandan, birincil kaynaklardaki birçok temel bilimsel verinin de zaten ikincil kaynaklarda zikredilmesi ve konu üstüne yazılmış olan ikincil kaynakların, yorum ve analizlerin dahi külliyatlı miktarı, daha işin başında böylesi bir sınırlanmayı zorunlu kılmaktadır. Elbet bunun da ötesinde dil problemi, yani Osmanlı dökümanlarının henüz hurda bir kâğıt yığını olmaktan kurtarılamaması ve bu kaynaklar üzerindeki bir araştırmayı zaten Osmanlı mirasını reddeden resmi anlayışın imkânsızlaştırması, bu sınırlanmanın diğer gerekçeleridir.
Zaten benim yapmayı amaçladığım şey kronolojik bir tarihsel döküme ya da mikro tarihsel analizlerin verilerine ulaşmaktan ziyade, bir tarih perspektifi, analizi, tarihin anlaşılması ve yorumu çabasıdır. Tarih ise, gerek malzemenin çokluğu, karmaşıklığı, gerekse yaklaşım açılarının farklılıkları nedeniyle ister istemez asla noktalanamayacak, sürekli yeniden anlaşılması gereken ve yaşadığımız sürece de devam edip değiştiği için tüm analizleri sonuçsuz bırakan,tabiri caizse kaypak bir alandır. Tüm bunlara rağmen bu ülkede yaşayan her sorumlu aydın ve her sorumlu insanın içinde yaşadığımız Osmanlı toplumu ve sonrasındaki altüst oluş hakkında bir perspektif geliştirmesi, batı ve doğu dünyası arasındaki karşıtlık ve ilişkilerin mahiyetini kavraması ve aydınlatması, sonuçta tarihin ve coğrafyanın bize biçtiği tikel bir yaşama alanının önümüze koyduğu ve insan olmamızın da âdeta bir gereği olan bir çabadır. Bunun ötesinde ise Fikret Başkaya nın zikrettiği gibi: "Arslanlar kendi tarihçilerine sahip olana kadar, avcılık öyküleri her zaman avcıyı yüceltecektir. (Afrika Atasözü-Paradigmanın İflası)
Bu sözün içerdiği gerçeği ise, bu kitabın kaynakçasına üstünkörü bir bakış bile hemen kavrayacaktır. Zira batı sistemi Osmanlı nın bakiyelerini bir bende haline getirdiği gibi, ona biçilen rol kadar, bu rolü işlevsel hale getirecek bir tarihi de, bir bilim(!) olarak kendisine dayatmıştır. Bu kitap ise ,bu tarihin hakikatını bütünüyle kavramak ve bu dayatmayı hiçe çıkarmak denli büyük bir iddiaya sahip değildir. Yalnızca bir çaba, bir katkı ve belki de bir başlangıç olmak, karanlıkta bir mum yakabilmiş olmak, kitabın tek övüncü olacaktır.
Kitap içinde, önemli alıntılar yanında bilgiler için de kaynak gösterilirken, özgün nitelikte olan yorumlar da kaynak gösterilerek alıntılanmıştır. Ama sonuçta kendime ait ya da artık anonimleşmiş kimi yorum ve yaklaşımların, salt daha öne yazılan bir eserde zikredilmesi,buna bir özgünlük payesi atfedilerek kaynak olarak göstermemi zorunlu kılmadığı gibi, yine birçok yorum da hem yazarına duyduğum saygı, hem de kendi yaklaşımlarımı güçlendirmek için, aynı yaklaşım ve çözümlemeleri ben de yaptığım ya da yapabileceğim halde zikredilmiş, atıfta bulunulmuş ya da alıntılanmıştır. Beri yandan artık yaygın hale gelmiş birçok bilgi, yorum ve çözümlemeler için de herhangi bir kaynak gösterme gereği hissedilmemiştir.
Yine kitabın sonuna, kitabın içeriğinde yeterince üstünde durulmayan kronoloji meselesindeki merakları tatmin etmek için bazı farklı tarihsel kronolojiler, haritalar ve ekler konmuştur. Her ne kadar mümkün olduğunca objektif olmaya çalışılmışsa da sonuçta bu çalışma ne akademik bir eser, ne de tarafsız olan(!) ya da olmayı iddia eden bir bakış açısının ürünüdür. Zaten tarihte böylesi bir objektif tarafsızlığın mümkün oluşu iddiası da pozitivistik ve yazarın katılmadığı bir anlayıştır. Ama bu kitap kör ve yanlı bir ideolojik tutumun da ürünü değildir. Sadece tarihin belli bir okuma ve yorum biçimidir. Kusursuz olan ise yalnızca Allah tır.
Deutschland:
Bei einem Einkauf bis 25 EUR: 3,00 EUR
Ab einem Einkauf von 25 EUR: 0,00 EUR
Spiele 6,00 EUR
Europa:
Paket (mit Sendungsverfolgung): 8,00 EUR
Großbritannien, Schweiz und Norwegen:
Paket (mit Sendungsverfolgung): 15,00 EUR
Rest der Welt:
Paket (mit Sendungsverfolgung): 40,00 EUR
Die Bestellungen werden Zahlungseingang verschickt. In der Regel dauert die Lieferung 2-4 Tage. Für etwaige Verzögerungen durch die Post übernehmen keine Verantwortung.
Kontakt: info@pluralshop.eu
İthalatçı:
PLURAL Publications GmbH
Colonia-Allee 3
51067 Köln
info@pluralverlag.eu